“Hayatı bir düş uğruna terk etmek ona gerçek değerini biçmektir.” /Montaigne
Bir şeyler yaratmaya başlarken, kafamda duran bir sürü fikri önce kelimelere sonra gerçeğe dönüştürmeye çalışırken oldukça sancılı bir süreç geçirdim. Yol uzun biliyorum, bir hayli zorlu onu da biliyorum ama kendi yarattığınız bir şey için o zorluklara katlanmak, insana çok ayrı bir duygu bütünlüğü katıyormuş, bunu öğrendim.
Böylece, bazen hayatın tam da bizim için doğru insanlarla yollarımızı kesiştireceğine inanmaya başladım. Uzun zamandır 1K1M’yi yenilemek için çeşitli tasarım ajanslarıyla görüşüyorum ama bir türlü içime sinmiyor. O kadar emek vererek tek başıma büyüttüğüm bu oluşumu birine emanet etmenin tedirginliği içindeyim sürekli. Tam da o sırada, bir öneriyle Ceren’le yollarımız kesişiyor, zaten yaptıklarına göz atar atmaz içimden “İşte bu!” dedim. Sonra çok tatlı bir detay fark ettim, e biz birkaç yıl önce, Ceren bana, en sevdiğim loaferlarımı nereden aldığımı sorduğunda zaten birbirimizin hayatına girmişiz!
Hayat bazen böyle tatlı tesadüfler sunar işte… Ceren’le yollarımızın bir yerlerde kesişmiş olduğunu bilmek zaten bazı kararların verilmiş olduğunu, sadece doğru zamanda gün yüzüne çıktıklarını da gösterdi. Kalbim pırpır ederken kendimizi bir anda uzun bir kahve sohbetinin ortasında bulduk. O sırada hayalimdeki kitapçıdan bahsederken, Paris’teki bir vitrini anlattım. Ceren telefonundan tam da o vitrinin fotoğrafını çıkardı! İşte o an, bazı insanlar hayatımıza girmek için doğru zamanı bekliyor, diye düşündüm. Ve işte böyle başladı bizim tasarım yolculuğumuz…
Paris’te gördüğüm, tozlu, sararmış kitaplarla dolu olan sahaf, içimde sakladığım hayali bir uyandırdı: Neden benim de bir kitapçım olmasın? Marguerite Yourcenar, Düş Parası‘nda o alıntıyı boşuna kullanmadı. Fiziksel bir yer açmak şu an mümkün olmasa da, bu sezonun tasarımlarında, hayali kafe/kitapçımı yaşatmaya karar verdik. Rafların arasında kaybolabileceğim bir yer, sessiz bir köşe, belki elimde bir fincan kahve, belki de saatlerce dalıp gidebileceğim bir kitap…
Tüm bu süreç, hayalimdeki kitapçıyı artık sadece zihnimde değil, tasarımlarımızda da görünür hale getirdi. Çünkü kitaplar, zamanın akışını durduran nadir varlıklar değil midir? Sayfaları arasında kaybolduğunuzda, dünyanın yalnızca okuduğumuz hikâye kadar büyük olduğunu da anlıyoruz.
Belki bir gün gerçek bir kafe/kitapçı açarım, kim bilir? Şimdilik, bu hayal tasarımlarımda can buluyor ve sizlerle buluşmayı bekliyor. Tasarım sürecindeki tatlı tesadüfler, baktığımız yerde gördüğümüz aynı renkler sayesinde çekim süreci de tüm doğallığıyla ilerledi, biz kendimizi sokaklara bıraktık, yaşadığımız her anı tüm samimiyetiyle de fotoğraflara yansıtmaya çalıştık. Çukurcuma’nın antikacıları, Pera’nın nostaljik havası, her sokağın kıvrımında karşımıza çıkan sürprizler… Ve tabii ki, İstanbul’un müdavimi kediler de karelerimizin baş kahramanı oldu! Her biri, şehrin birer hikâye taşıyıcısı gibi çantalarımın hikayesine ortak oldular.
Her parçanın ardında bir hikaye var ve bu hikayeyi sizinle paylaşmak beni inanılmaz mutlu ediyor. Kitaplar, kediler, İstanbul’un tarihi sokakları ve uzun bir kahve sohbeti… Hayat, işte böyle küçük tesadüfler ve anılarla daha da güzelleşiyor.
Ben de bu vesileyle burada hayallerimizden, kendimize çizdiğimiz yollardan bolca bahsedeceğimin sözünü verirken, düşlediklerimi sihirli dokunuşlarıyla hayata geçiren Ceren‘e çok teşekkür etmek istiyorum.